29 Mart 2017 Çarşamba

Spagetti Alla Ranieri




Alt ligden gelip en üst ligde ilk sezonunda şampiyon olmak mı daha zor ihtimal yoksa şampiyon olduğu üst ligde ertesi sezon küme düşmek mi? İkincisi demek daha akla yatkın geliyor ama söz konusu takım Leicester olunca geçen yıl kazandıkları şampiyonlukta fazla mantık aramamak, zaten mucizeydi demekte fayda var. Şampiyonluğa yürürken 40 puan barajını aştıklarında "Tamam ligde kalmayı garantiledik.




 Takımın üzerindeki baskı kalktı" derken gayet ciddi olan İtalyan teknik adam Ranieri için bu sezon durum iyi gitmiyor.
Bu düşüşü sadece orta sahalarının dinamosu Kante'yi Chelsea'ye satmış olmalarıyla da açıklayabilmek mümkün değil. Leicester, Premier Lig'de son 14 haftaya girilirken 21 puanla küme düşme hattının sadece bir puan üzerinde ve son dört maçını da kaybetti. Hal böyle olunca "Şampiyon olduğu sezondan bir sonraki sezon küme düşen takım var mı?" sorusu akıllara geliyor.
Futbol tarihinde 1927 yılından bu yana 44 ülkede 68 takım şampiyonluk sevincini yaşattığı taraftarını bir sezon sonra küme düşüp ağlatmış. Bizde böyle bir örnek yok ama Almanya'da Nürnberg (1969), Avusturya'da Tirol (2002), Brezilya'da Fluminense (2013), İngiltere'de Manchester City (1938) bir yıl içinde sevinci de hüznü de yaşayan takımlardı.
Peki mucize şampiyonluğun mimarı Ranieri'nin kurtuluş reçetesi var mı? İtalyan hoca, çok hamburger yiyen futbolcularına yasak getirdi ve "Makarna yiyeceksiniz" emrini verdi. Bakalım, makarna, Liecester City'i kurtaracak mı?

Ben Yoruldum Hayat Gelme Üstüme



Paris Saint Germain karşısında yaşadıkları hezimet gözlerinin önünden gitmiyordu. Aslında sezon başında almıştı ayrılık kararını ama artık açıklama vaktiydi. Üstelik işler tam da yolunu girmişken. Şampiyonluk artık çok zor denilen günlerde Real Madrid, erteleme maçında Valencia’ya kaybetmiş, onun takımı Atletico Madrid’i deplasmanda devirmişti. Doğduğu şehrin, alt yapısında yetiştiği kulübü farklı mağlup ettikleri bir maçın ardından “Gidiyorum” demek tesadüf müydü? O ne Cruyff gibi Katalanlaşmış bir Hollandalı ne de Barcelona alt yapısından çıkmış Guardiola idi. Austrias bölgesinde Gijon’da doğmuş üstelik bir zamanlar El Clasico’larda Real Madrid formasıyla Barcelonalı futbolcuların üzerine yürüyen Luis Enrique idi. Barcelona ona B takımını teslim ettiğinde bir geleneğin parçası olduğun söylediler. Futbolu bıraktığı kulübün taraftarı için o artık “Bizim Luis Enrique” idi. Guardiola da futbolculuk günlerinde kulüpte kalbini kırdıklarında soluğu İtalya’da almıştı. Luis Enrique de baktı kendine sıra gelmeyecek Roma’ya evet dedi. Gereksiz cesurdu. Bugün belki evet ama altı yıl önce Totti’yi kulübeye mahkum etmek Roma hukukuna (!) bile aykırıydı o şehirde. Ertesi yıl memleket dönüp Celta Vigo’da yeniden doğduğunda, Real Madrid’i şampiyonluktan eden galibiyeti almış, Barcelona için doğru zamanda doğru insan olmayı başarmıştı. Onu öneren eski arkadaşı Andoni Zubizarreta artık Barcelona’da değil ve O.Marsilya için çalışıyor. Sonun başlangıcı da onun gidişiydi zaten. “Mezarlıkta yatan en zengin adam olmak istemiyorum” diyordu Luis Enrique. Arda Turan transferi için yönetimin karşısına tek başına dikilen, bin günde 8 kupa kazanan ama üç yılda 10 yaş yaşlanan Luis Enrique, Katalan medyasının büyük baskısı karşısında pes etmeyi tercih etti. Önünde kazanabileceği bir şampiyonluk, oynayacağı bir Kral Kupası finali varken. “Gelecek sezon yokum” diyen Guardiola gibi o da kulübün önünü açtı. Pep Guardiola, Barça’daki 4 yılın ardından New York’ta bir yıl kendini dinlemiş ve futboldan uzak kalmıştı. Luis Enrique de kendini nadasa çekip iç hesaplaşmasını yapacak mı, zaman gösterecek. Şimdi Barcelona’nın yeni hocası için fallar açılıyor. En büyük hayali Barcelona’yı çalıştırmak olan ve bu yüzden Avrupa’da ilk teknik adamlık tecrübesini İspanya’da yaşamak isteyen Jorge Sampaoli, belki de Barcelona için doğru zamanda doğru insandır… 

GUARDIOLA'NIN BARÇA'DAKİ DÖRT YILI
Dünyanın en büyük kulüplerinde çalışmanın kariyere yazdırdığı kupalar, banka hesaplarına getirdikleri kadar insan hayatından da götürdükleri de var. Luis Enrique bu fiziksel çöküşü yaşayan ilk teknik adam değil. 37 yaşında, alt yapıda takım çalıştırmaktan başka bir tecrübesi olmayan Pep Guardiola’nın Barcelona’nın başına geçip, dört yıl sonra ayrıldığında yüzünde oluşan çizgiler, kazandığı onca kupadan daha fazlaydı. Süper starlarla dolu bir soyunma odasını yönetmek, sürekli kazanma baskısı altında olmak, her dakikanı her kelimeni takip eden bir medyanın gölgesinde yaşamak. Bayern Münih yılları ve bu sezon Manchester City’deki Pep Guardiola ile 10 yıl önceki adam arasında dağlar kadar fark var. Değişen sadece futbol değil, insanlar da. Daha öfkeli, daha kibirli, daha az uzlaşmacı ve daha az tolerans sahibi yapıyor insanı baskı altında geçen yıllar. 



MOURINHO'NUN REAL MADRİD'DE ÜÇ YILI 
Yılların acımazsızca davrandığı bir diğer isim de Jose Mourinho. Porto’dan Chelsea’ye geldiğinde “Özel biri” diye kendini tanıtan adamdan mütevazi olmasını kimse beklemiyordu elbette. Inter ile üç kupa kazanıp geldiği Real Madrid’de Guti ve Raul gibi iki ikon ismin ipini çeken Mourinho üç yıl kaldığı Real Madrid’de, Guardiola ve Luis Enrique gibi çöktü. Sergio Ramos ve Casillas’ı karşısına almanın bedeli sadece koltuğunu kaybettirmedi, saçları beyazlayan Portekizli, Madrid medyasının keskin kılıçları karşısında gün geldi kendini kaybetti. Muteber bir adam kabul edildiği Londra’ya dönüşü de orada kazandığı şampiyonluğun ardından bir sezon sonra oyuncuları tarafından dışlanmış olması ve koltuğunu kaybetmesi de yüzündeki çizgilerin romanı... Bir şarkının nakaratı Luis Enrique’nin, Pep Guardiola’nın ve Jose Mourinho’nun ortak hikayesi: Ben yoruldum hayat / Gelme üstüme… 

Floransa ve Terim


İtalya'da Fiorentina'nın müzesinde Juventus, Milan ve Inter'inki kadar kupa yok ama ülkenin belki de en güzel şehri Floransa'nın takımı, Çizme'nin futbol tarihinde her zaman bir kült olmayı başardı.
Son şampiyonluklarını 1968-69 sezonunda kazandılar, 1982 yılından beri ikinci de olamadılar. Kazandıkları son kupa ise İtalya Kupası, onun üzerinden de 16 yıl geçti.
O kupayı Mancini kazandı diye yazar kariyer istatistiklerinde ama takımı bahar ayına kadar tur atlatıp yarı finale getiren isim Fatih Terim'dir. Floransa halkı 'Grande Terim'i (Büyük Terim) hiç unutmadı. Şimdi 90. yıl kutlamaları var Floransa'da. Mor Menekşeler, İmparator'u bugün oynanacak Cagliari maçına davet ettiler. Bu hafta sonunda Fiorentina'nın 1990-2001 yıllarına damga vurmuş isimleri ağırlıyorlar.
Terim ile birlikte geçen yıl Leicester'e o mucize şampiyonluğu kazandıran Claudio Ranieri de olacak stadyumda. Fiorentina'nın son 30 yılına baktığınızda onlarca İtalyan teknik adam görürsünüz.
İsveçli Sven Göran Eriksson, Brezilyalı Lazaroni, Fatih Terim, Sırp Mihajlovic ve bu sezon takımı çalıştıran Portekizli Paulo Sousa ise bu uzun dönemde görev yapmış teknik adamlar.
Fatih Terim, Fiorentina'ya büyük futbol oynatarak taraftarın kalbini kazanmıştı.
Bugün 90. yıl kutlamalarında özellikle efsane kale arkası Terim'i tribüne çağıracak. İnsanın aklına şu soru geliyor elbette: Fiorentina, kendisini 17 yıl önce çalıştırmış Türk teknik direktörü unutmuyor, 2 bin kilometre uzaktan davetiye yolluyor. Galatasaray kendisine 20 şampiyonluğun 6'sını kazandıran efsane hocası Terim'i iki yıl önce 4. yıldızın takıldığı şampiyonluk törenine davet bile etmiyor. Vefa'nın İstanbul'da bir semt adı olduğu, Floransa'da böyle bir semtin olmadığı da doğrudur...

Xabi Alonso



Miguel Angel Periko Alonso Oyarbide ismi günümüzde futbolseverlere bir şey ifade etmeyebilir. Ancak 40 yaşın üzerindeki İspanyollar, Real Sociedad ve Barcelona formasıyla iki yüzden fazla maça çıkan bu orta saha oyuncusunun yeteneğinden bahsedebilir. Ama Mikel özellikle de Xabi Alonso deyince bugün 10 yaşındaki çocuğun bile hakkında kuracak çok cümlesi vardır.
Periko Alonso'nun iki oğlundan Xabi, yetiştiği Real Sociedad'da zirve yapıp Liverpool'a gitti. 2005'te İstanbul'daki unutulmaz Şampiyonlar Ligi finalinin kahramanlarından biriydi. 2014'te Lizbon'da bir Şampiyonlar Ligi Kupası daha. Kazanılan maçların ardından stadyumu terk etmeden tribünde bir koltuğa oturup ayaklarını uzatıp çektirdiği hatıra fotoğrafları hiç unutulmayacak. Real Madrid'i tüm ısrarlara rağmen bırakıp Bayern Münih'e gitmek de kendisine bir meydan okumaydı.
36 yaşında, zirvede bırakmaya karar verdi. Kramponları elinde bir siyah-beyaz fotoğraf karesinin altına "Yaşadım sevdim. Elveda güzel oyun" yazdı. Son 20 yılın özlenecekler adamlar 11'inin orta sahasına yazdım ben de adını.


Yerli mi Yabancı mı?

Lig şampiyonluğu için yerli teknik adam mı, yoksa kulübe yeni bir vizyon kazandıracağı söylenen yabancı teknik adamlar mı? Bu soruyu Avrupa’da soran ve cevap arayan tek ülke biz değiliz. Türk futbolunda yabancı bir teknik adamın (Zico/Fenerbahçe) şampiyonluk yaşadığı sezondan bu yana 10 koca yıl geçti. Bu sezon da 18 takımın sadece 5’inde yabancı teknik direktör yapıyor ve bunlardan ikisi şampiyonluk yarışına ilkbaharı görmeden havlu atan Fenerbahçe ve Galatasaray. Soruyu yüksek sesle seslendiren Fransızları sona bırakayım. İngiltere’de 20 kulübün 15’inde yabancı hoca var. İspanyollarda 7 yabancı teknik adam görev yapıyor. Alman kulüplerinden altısı kendini yabancı teknik direkrtörlere teslim etmiş. Bu konuda her zaman tutucu olan İtalyanlar 4 ile yetinirken Fransızlarda 6 yabancı teknik adam var ve bunlardan 3’ü, Portekizli Jose Mourinho modasının rüzgarına kapılıp ufaktan marka olmayı başarmış isimler. Fransızların sorusuna gelelim şimdi: 2013’te İtalyan Carlo Ancelotti’nin şampiyonluğundan önce mutlu sona ulaşan son yabancı teknik adam yine Paris Saint Germain ile, 23 yıl önce Artur Jorge ise gerçekten Fransız futbolunun yabancı teknik adamlara ihtiyacı var mı? İlk maçı 4-0 kazanıp, Barcelona karşısında futbol tarihinin en büyük geri dönüşüne seyirci kalan Paris Saint Germain’in İspanyol teknik direktörü Unai Emery’in basiretsizliği mi bu sorunun cevabı yoksa Manchester City gibi bir devi kupa dışına iten Monaco’nun hocası Leonardo Jardim’in şovu mu?  Fransızların hep bardağın dolu tarafına baktıklarını düşünürsek… 

Leonardo Jardim


Beşiktaş’ın 10 kişiyle Vodafone Arena’nın çimlerine serdiği Olympiakos, 21 yıl sonra ilk kez 3 mağlubiyet aldı diye ilk maçtan önce teknik direktörünün görevine son vermişti. Acele etmişler demeyin çünkü aynı kulüp dört yıl önce ligde 10 puan farkla lider olan teknik direktörüne “Valizlerini topla” demişti. Olympiakos, İstanbul’da Beşiktaş’a teslim olmadan 24 saat önce o adam Monaco’nun başında son 10 yılın en başarılı teknik direktörü Pep Guardiola yönetiminindeki Manchester City’yi Şampiyonlar Ligi dışına itti. Yine Portekizli yine futbolculuk kariyeri olmayan biri var karşımızda. Leonardo Jardim, 15 yıl önce Portekiz’in Madeira Adası’nda ismini kimslerin bilmediğii Camacha’da yardımcı hoca olarak başladığı kariyerinde basamakları üçer beşer değil birer birer çıktı. 2009’da Beira-Mar’ı Portekiz Süper Ligi’ne çıkarttığında ülkede artık herkes tanıyordu onu. Teknik adamlar kıyma makinesi Olympiakos ile olan altı aylık hikayesinin ardından Sporting Lizbon’da gençlerle takımı zirve yarışına sokunca ülke dışından da taliplileri çıkmaya başladı. Monaco’ya gelen Rus sermayesinin, PSG gibi bir dev karşısında ezileceğine inananlar çoktu ama Jardim, Fransa’da bütün futbol ezberlerini bozan adam oldu. 2003-2004 sezonunda vatandaşı Mourinho’nun çalıştırdığı Porto’ya Şampiyonlar Ligi finalinde kaybeden ve 13 yıl tek bir kupa bile kazanamayan Monaco bu sezon şampiyonluğa koşarken, Avrupa’nın en çok gol atan takımı da olmayı başardı. Kulübün Rus patronu Dmitri Rybolovlev, Ranieri döneminde akıttığı milyonları Leonardo Jardim döneminde kısmış olmasına rağmen 42 yaşındaki Portekizli teknik adamın cımbızla seçilmiş gibi duran prensleri, Monaco’yu zirveye taşıdı. 18 yaşındaki “Yeni Thierry Henry” denilen Kylian Mbappe, Caen’den sadece 4 milyon Euro’ya alınan, orta sahanın canavarı 21 yaşındaki Thomas Lemar’a menajer Jorge Mendes’in Benfica’dan 16 milyon Euro’ya getirdiği 22 taşındaki Bernard Silva’yı da ekleyelim. Sağ bekten ortaya saha devşirme 23 yaşındaki Brezilyalı Fabinho, solda harikalar yaratan 22 yaşındaki Benjamin Mendy ve yine 22 yaşındaki Timoue Bakayoko’yu aynı kadroda buluşturan futbol aklının, kendisini 10 puan öndeyken kovan Olympiakos kulübüne bir selamı olmalı elbette. Leonard Jardim adını ilerleyen yıllarda çok daha fazla duyacağız, bugüne kadar Mourinho gibi kendine “Special One” (Özel biri) demediğini bu Pazar not düşelim… 

El Bar

Bir yaz gecesinin büyülü bir anıydı, ılık ılık esen Ege rüzgârı içimi ısıtırken kendimi salıncağa atıp “Annem bugün hangi diziyi izleyecek acaba?” diye merakla baktığımda Kiralık Aşk’la tanıştığım an. İşte o andı alayla izlemeye başladığım diziyi heyecanla takip etmeme sebep olan. Elçin Sangu güzelliği ve masumiyetiyle nefesimi keserken Barış Arduç’la aralarındaki enerjileri sanki hipnoz edermiş […]